Yozlaşma
Maskeli Balo ve Onun Sahte Yüzleri
Maskeli Balo ve Onun Sahte Yüzleri
Hangi kapıya gidecek olsam, yolum dar olur, eğri olur gidemem, gitmek istediğim zamanki halimle gitmediğim için gidemem, maskemi unutup gidemem. Alın kocaman bir kâinat size…
Bir maskeli balo ve onun sahte yüzleri…
Yansımanıza bakın, gölgenize değil. Neyimiz kaldı kendimize, geleceğimize kırıntılardan başka? Ne oralara yar olabildik, ne de buralara! Sahte koordinatlarla bir orada, bir burada…
Sıkıcı bir başlangıç oldu sanki. İnsanın düşündükçe sıkılası geliyor. Her yeni günle, her güneşin tekrar ışıldamasıyla, parmaklarımızın arasından kayıp giden geleceğimizi izlemek, umutla başlaması gereken aydınlığa, yitirmişlikle başlamak… Bunları seyrettikçe insanın sıkılası geliyor. Sadece yolda yürürken çevreye bakmak buhrana sokuyor insanı. Yabancı bir ülkenin sokaklarında cirit atıyorum sanki. Sanki ayıp ediyorum Türkçe konuşarak, Türkçe yazarak, Türkçe düşünerek! Restoran’a gidiyorum, chicken ve chips istiyorum, arkadaşımı uğurlarken ‘bye bye’ diyorum. Ona, buna beğenilmek sevdasına takıyorum maskemi; sorumsuzluğun, kendini bilmezliğin, geçmişini bilmezliğin alasını yapıyorum. Sonrada ‘thank you’ deyip kenara çekiliyorum. Daha nicesi… Kıssadan hisse size… O kadar küçük bir demet sundum ki, başlar daha fazla ağrımasın!
Bakıyorum Medeniyetler zincirine! Asil marşımızda ki gibi,’tek dişi kalmış’. Aslında uzun süredir tanık olduğum yahut olamadığım zamanlara baktığım zaman bu yozlaşmışlığa, bu kendimizi tanımayışlığımıza, asıl asilliğin bizim bildiğimiz sosyal yaşamda, bizim kültürümüze ait birikimlerde saklı olduğunu unutarak, gerçekten unutarak, tek dişi kalmış medeniyetlerin, dişsiz yanlarına benzemeye çalışmamız çok kahredici. Sadece kendimizi tanımak, kendimizi tanıyarak, kaybetmeden başka medeniyetlerle harman yapmak asıl beklenen.
Bir mimar olarak, bulunmuş olduğumuz bu durumun mesleğimizi nereye götürdüğünde gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum… ’Gelin size İtalyan tarzı, İspanyol tarzı, Norveç tarzı, tarzın tarzı evler yapalım. Minimal tarzda, modüler mobilyalarla, iç dekorasyonunu tamamlayalım. Sonrada dünyayı çizeriz!
Burası Türkiye, Türk kültürünün merkezi, gelen adam buraya bizim kültürümüzü görmeye geliyor, kendine yeni bir şeyler katmaya geliyor. Kendisini tamamen kendi ülkesindeymiş gibi hissetmeye değil. Hiçbirimiz de bu durumlar karşısında, yatırımcıyı yönlendiremiyoruz, bu da apayrı bir mesele zaten, burada günümüzde ki mesleki saygınlığımızı da düşünmek lazım belki de!
Bizim kültürümüzün kendini belli eden, oturaklı bir mimarı havası vardır. Doğru olan bu tarzın günümüz şartlarına göre düzenlenip, üslubun bozulmamasıdır. Ve biz ne yapıyoruz? Dubai’de ki gibi yalancı, kişiliksiz, kimliksiz yapıları örnek alıyoruz. Şunu bilmiyor muyuz ki? Bu adamların kültürel, tarihi mimari zenginliği yok. Yalancı, yapay tarih yazmak zorundalar. Bizim bunlara ihtiyacımız yok ki, elle tutulur, hatırı sayılır, bir kültürel birikimimiz, bir mimari üslubumuz var. Yani elimizdeki şansı şanssızlığa çeviriyoruz. Maske mi var, ne varsa yüzümüzde, ne varsa kafamızda çıkaralım artık, kendi değerlerimize sahip çıkalım, tükene tükene yarın sahip çıkacak değerlerimiz kalmayabilir.
Mimar Zuhal AYAYDIN
2007